İlahiyat Haber

Neden ‘İslamî’ ya da ‘dinî’ sıfatı kullanılmamalı?

Neden ‘İslamî’ ya da ‘dinî’ sıfatı kullanılmamalı?
Felsefe Profesörü Oliver Leaman’a göre sanat eserlerine “dinî ya da İslamî” nitelendirmesini yapmak doğru bir tanımlama olmaz

 

Türkiye aslında Oliver Leaman’a çok da yabancı değil. Yıllar öncesinde Rey Yayıncılık’tan, ardından da İz’den çıkan Ortaçağ İslam Felsefesine Giriş adlı kitabıyla oldukça bilinen bir yazar. Son dönemde çevrilen Seyyid Hüseyin Nasr’la ortak çalışması İslam Felsefesi Tarihi (Açılım K.) ve geçtiğimiz yıl yayınlanan İslam Estetiğine Giriş (Küre Y.) de dikkatimizi çeken, malum diğer eserleri.

University of Kentucky, Felsefe Bölümü’nde profesör olan Oliver Leaman’ın son dönem İslam felsefesi çalışmaları üzerindeki etkisi yadsınamayacak düzeydedir. Bilhassa kelamî düşünce ekolleriyle Müslüman filozofları birlikte ele alma ve İslam felsefe geleneğini kelam ekolleri üzerinden devam ettirme politikasının önde gelen isimlerindendir Leaman.

Ankara İlahiyat’ta Konferans: Din Sanat’a Etki Eder Mi?

23 Mart Cuma günü Ankara Üni. İlahiyat Fakültesi’nde çeviri olmaksızın İngilizce bir konferans veren Oliver Leaman’ın İlahiyat için seçtiği konu, Türkçeye son çevrilen kitabı İslam Estetiğine Giriş ile de ilgili: “Din Sanat’a Etki Eder Mi?” Genel olarak Leaman’ın konuşmasının iki temele dayandığını söyleyebiliriz: “Asıl etki olarak kültür” ve “objeye yüklenen anlamlar”.

Sanata yönelik gerçek etki kültürlerden kaynaklanır. Zira tüm kurumlar arasında bir diyalektik mevcutsa da, bir ilk hareket ettirici unsur aradığımız gibi tüm işaretler kültürü gösterir. Elbette sanata etki eden bir unsur olarak ‘din’i ele alabiliriz Leaman’a göre. Ancak sorun şurada ki aynı dine mensup insanların farklı şekillerde sanat eseri verdikleri ve bundan da öte çok farklı şekilde yorumladıkları vakidir. Bunca çeşitliliği, kültürle harmanlanmış bir “din” olgusundan başka bir şeyle açıklayamayız.

Bir sanat eserinin direkt “İslamî” ya da “dinî” olduğunu söylemek ne anlama gelir?

Leaman burada ikinci temele geçer yani objeye yüklenen anlamlar meselesine: Eğer dinin sanat eserine direkt bir etkisini söyleyecek olursak, Allah’ın Kur’an ayetlerinde yahut İncil’de veyahut da bir başka inanılan kutsal metinde bahsettiği şeylerin sanat eserinde “direkt” tezahürünü oluşturduğunu iddia etmiş oluruz ki bu görüş oldukça sakat bir görüştür. Leaman burada Hıristiyan baptistlerin İncil’i ellerine alarak “Tanrı diyor ki…” ifadesinin ironikliğini örnek verir ki bu örnek Müslüman dünya için de uygulanabilir niteliktedir. Bir sanat eserinin direkt “İslamî” ya da “dinî” olduğunu söylemek, bizim metinden anladığımızı Allah’ın niyetiyle örtüştürerek kendimize yüce bir konum atfetmek ile bir ve aynı şeydir ki tam bu noktada Dücane Cündioğlu’nun Kur’an’ı Anlamanın Anlamı ve Anlamın Buharlaşması ve Kur’an adlı kitaplarının zikredilmesi gerektiğine inanıyorum.

Bir sanat eserine “dinî” sıfatının yüklenmesine karşı iki itiraz

Leaman’ın yaygın ve yaygın olduğu kadar da hatalı olan bu görüşü sarsıcı iki sorusu vardır:

1. Sanatçının, sanat eserini oluştururken dinî metinleri kullanarak “İslami” bir imaj yüklendiğini farz edelim. Sonuç olarak ortaya çıkan eserin de “İslami sanat” ya da “dini” ya da daha ileri giderek “kutsal” olduğunu iddia edelim. Peki, bu sanatçının eseri bir noktada bırakmasının ya da devam etmemesinin sebebi nedir? Eğer eserin artık kâmil olduğunu düşünüyorsa bu kişisel bir yorum olur ki kendisiyle çelişir?

2. Aynı ülkede farklı dine mensup insanların benzer mimariler kullanması tam olarak bir çelişki değil midir? Örneğin İstanbul’da bazı camilerin inşasında Ermenilerin çalışması Ermeni mimarisini mi, Türk mimarisini mi yoksa “İslam mimarisi”ni mi gösterir?

Sonuç olarak Ortaçağ felsefesi uzmanı Profesör Oliver Leaman, verdiği bu konferansta “İslami” ya da “dini” sıfatının sınırlarını –aslına bakılacak olursa sınırsızlığını– özetlemeye çalışır.

Ayrıca, dün sabah saatlerinde Pursaklar Belediyesi ve Yıldırım Beyazıt Üniversitesi tarafından düzenlenen “4. Şehircilik Konferans ve Çalıştayı”nda da konuşmacı olan Leaman, aynı gün İlahiyat’ın ardından da Ankara Düşünce ve Araştırma Merkezi (ADAM)’nde de “Felsefe ve Din Aynı Hakikate Giden İki Ayrı Yol Mudur?” başlıklı konferansı dinleyicilerine sunmuştur.

 

İlgili Makaleler